26 Kasım 2014 Çarşamba

UMUT IŞIĞIM DİYE BİR FİLM




UMUT IŞIĞIM (SILVER LININGS PLAYBOOK)

Hayatla ilgili ders veren filmleri seviyorum özellikle bu tip filmlere kendi hayatımda da çalkantılar yaşadığım zamanlarda denk gelirsem filmin içeriği benim için daha bir anlamlı hale geliyor. Film izlemeyi sevdiğim kadar boş filmlere denk gelmekten de bir o kadar kaçınırım. Yani iş olsun diye, vakit geçsin diye izlemem bir filmi. O kadar zaman harcadığım, dikkat verdiğim bir olayın buna değmesine özen gösteririm. Bu yüzden, en az filmi izlediğim kadar bir zamanın dörtte birini ne izleyeceğimi araştırarak geçiririm ya da zevkine güvendiğim birkaç kişinin veya sitenin önerisine bakarak doğrudan izlerim. Dolayısıyla, film zevkimin iyi olduğu söylenebilir, bunu biraz da insanların bana arada sırada "ne önerirsin?" diye sormasına bağlı olarak söylüyorum. Kendimle ilgili bu ipuçlarını sıraladıktan sonra artık bana güvenebilirsiniz sanırım ve rahat rahat film tavsiyeme geçebilirim.

Öncelikle filmde Robert De Niro oynuyor bu bile bir filmi izlemek için gayet yeterli bir neden sayılır değil mi? Ama sadece o değil, tüm oyuncular çok iyi. Baş rollerini Bradley Cooper ve Jennifer Lawrence'ın paylaştığı bu filmde, Robert De Niro esas kahramanımızın babası rolünde. Ama korkmayın, filmde oldukça fazla görünüyor ve ağırlığı oldukça yüksek olan sert bir karakter. Filmde Bradley Cooper bir öğretmen ve karısını duşta bir erkekle bastıktan sonra aşırı şiddet uygulamaktan (çok şükür ki böyle bir şey başıma gelmedi ama gelse insan o an nasıl sakin kalır o da ayrı tabii:) psikiyatri kliniğine ya da öyle bir yere yatırılıyor. Zaten filmimizde burada başlıyor, biz ara sahnelerle öğreniyoruz en başta söylediklerimi, ama bunlar spoiler sayılmadığı için yazıyorum çünkü filmin en başında veriliyor bu bilgiler ve filmin konusunu öğrenmek için girebileceğiniz çoğu sitede de mevcut. Neyse konumuza dönecek olursak bu psikiyatri servisinde uzun süre tedavi gören ve ağır ilaçlar kullanan karakterimiz artık öfkesini kontrol edebildiğine kanaat getirilince taburcu ediliyor. Karakterimiz halk arasında daha çok manik depresif diye tabir edilen ve benim de filmde diğer adını öğrendiğim bipolar bozukluk diye bir hastalıktan muzdarip.

Kahramanımız hastaneden çıktıktan sonra ailesinin yanına yerleşiyor. Bu süreç de hiç kolay geçmiyor tabii ki. Çünkü başında hem çok baskın bir baba karakteri var hem de eşini onca şeye rağmen hala unutamamasının verdiği acı duygular. Kahramanımız bu süreci kitap okumak,spor yapmak gibi çeşitli aktivitelerle atlatmaya çalışırken bir gün karşısına psikolojik yönden en az onun kadar sorunlu olan Jennifer Lawrence çıkıyor. Bu karşılaşmadan sonra da filmin güzel tarafı başlıyor işte, ikili arasında hayata dair o kadar güzel dipnotlar var ki, sanmıyorum ben insanım diyen biri etkilenmesin. Bu film her ne kadar psikolojik bir rahatsızlığın üzerinden gitse de, sizin de filmi anlamak için kırık bir kafaya, hastalıklı bir ruh haline sahip olmanıza gerek yok. Çünkü bazı filmler vardır, yönetmenin ruh haline girmedikçe anlayamazsınız, işte filmin böyle olmadığının altını özellikle çizeyim. Film aşkı, umudu, baba-oğul ilişkisini, dostluğu ve gerçek sevginin nasıl bir şey olduğunu anlatma derdinde ve derdini anlatmayı da gayet iyi başarıyor.

Oyunculuklar çok başarılı diyebilirim. Filmin ağır basan kısmı dram olmasına rağmen durağan ve sıkıcı sahneler yok. Film izlediğiniz süre boyunca dikkatinizi ayakta tutmayı başarıyor. Bu yüzden bir şekilde denk gelirseniz kaçırmayın diyorum. Hım bir not daha, filmin orjinal adı ile çeviri adı çok alakasız olsa da bence Türkçe adı filmin vurguladıklarıyla daha iyi eşleşmiş hatta keşke orjinal adı da bu olsaymış dedirtti bana :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder