29 Aralık 2014 Pazartesi

PROJECT CARS FORMULA ROOKIE IMOLA OYNANIŞ VİDEOSU

Razer Deathadder Türkçe İnceleme Videosu

24 Aralık 2014 Çarşamba

YAMAHA X CITY INCELEME TÜRKÇE



YAMAHA X-CITY TÜRKÇE VİDEO İNCELEME. KENDİ ÇEKİMİMDİR.



İLK MOTOSİKLETİM YAMAHA X-CITY 250 cc

Bu sene yıllar süren araba sevdamdan vazgeçip, motosiklet kullanmaya karar verdim. Bunda elbette maddi olarak küçülmeye gitmenin kararlılığı da vardı, ama yıllardır hiç özenmediğim ve de tehlikeli bulduğum için kaçtığım motosiklet sevdası sonunda beni de yakaladı ve 35 yaşında motorcu oldum. Daha çok, genç yaşlarda merak salınan bu illete ben de tutulmuş oldum böylece. İllet diyorum çünkü, başlayınca bırakması gerçekten zormuş. 

Hemen hızlı bir kurs araştırması yapıp, evrakları tamam edip, derslere başladım. Yaklaşık 1 ay süren bir kurs döneminden sonra, ilk sınavda ehliyeti almaya hak kazandım ve 1 ay gibi bir sürede de ehliyetime kavuştum. Sıra gelmişti motosiklet seçimine. Kursta kullandığımız en büyük motorlar 125'likti ve vitesliydi, ayrıca çok da dandiktiler. Deli gibi gaza gelip hızlı hızlı vites geçirip bastığınızda bile anca 70'e çıkan ve bağırmaya başlayan tuhaf motorlardı. Dolayısıyla bu tip motorları eleyerek başladım motosiklet aramaya ve iyi markalara baktım sadece. Sonunda hem servisi olduğu için hem de internette methini çok duyduğum için Yamaha X Max'te karar kıldım. 250'lik ABS'li modele kafamı taktım, ancak beğendiğim bu motor meğersem o kadar tutan bir motormuş ki, gel zaman git zaman Bayii'de ne ABS'lisini ne de ABS'siz olanını bulabildim. Ben de baktım olmuyor ve artık deli gibi motor almak istiyorum, beklemeyi bırakıp X-City 250 almaya karar verdim. Hem motorları aynıydı, hem de X-Max'e göre biraz daha alçak olduğu için binmesi kolaydı. Motoru bir cumartesi günü eşimle gidip tüm teçhizatlarıyla aldık ve motorumuz pazartesi güne bize teslim edildi. Ancak kursum hala devam ettiği için ve bende de zaten cesaret olmadığı için motorumu eve kadar bir arkadaşım getirdi. Bir süre motor kapının önünde öylece yattı, ama olsun güzeldi ve ben her gün gidip bakıyordum ona. Sonra zamanı geldi ve bindim. Aman Tanrım o nasıl bir güçtü öyle, kurstaki motorlardan sonra bir sürat motoruna binmişim gibi hissettirmişti beni X-City. Elimin gazına alışması oldukça uzun zaman aldı diyebilirim. Birkaç kere çok hızlı kalkıp, fırladığım için düşme tehlikesi de geçirdiğim oldu hatta. Ama böyle kör-topal alıştık birbirimize ve şimdi mutluyuz. Alıştıktan sonra X-City 250 benim için vazgeçilmez bir parça haline geldi.


Efendim biraz motosikletimin özelliklerinden bahsetmem gerekirse, teknik özelliklerine çok girmeden anlatayım, zira ben de yeni bir motorcu olduğum için bu konudaki bilgim az. Öncelikle X-Max kadar olmasa da gayet dikkat çekici bir motor, hemen hemen her gün, nereye gidip park edersem edeyim, birileri gelip tanıştı, kaça aldın vs. diye sordu. Yani motor kendini gösteriyor. Bunun dışında artçılı kullanımda da oldukça rahat bir motosiklet. Sele oldukça rahat, artçı için de oldukça konforlu. Sele altı bagajı ufak bir sırt çantasını ve eldiven, ceket gibi şeyleri sıkış tepiş de olsa alabiliyor. Ben arkaya 2 tam kask alan Yamaha çanta taktırdım ve kaskları da elimizde taşımaktan kurtulduk. Motor artçılı kullanımda bile oldukça atak ve yokuşlarda gayet iyi fırlıyor, basınca gidiyor yani. Yanıma gelip vın vın yapan çoğu süslü ama içi boş makineyi adeta yemiştir ışıklarda. Gösterge panelinde hız, benzin ve motor hararet göstergeleri varken, dijital ekranda da saat, hava sıcaklığı, km. saati gibi bilgiler yer alıyor. Işıklandırması mavi ve oldukça şık. Alt kısımda küçük bir torpido gözü var, buraya da güneş gözlüğü, telefon gibi ekipmanları koyabilirsiniz. Bir de ufak bir kanca var altta, normalde kapalı duruyor, açıp birkaç hafif poşeti rahatlıkla takabiliyorsunuz üzerine. Kısa farlar kontağı çevirince otomatik yanıyor, yan ayağı indirince de motosiklet otomatik stop ediyor. Güzel yapmışlar. Frenlere başta biraz zor alıştım ama bunda motor tecrübemin olmaması da etkili oldu. Motorun en kötü özelliği, süspansiyonlarının sert olması, bu da özellikle taşlı yollardan geçerken çok sallanmasına neden oluyor, ama sertlik motorun ruhuna sportiflik kattığı için kabül edilebilir bir eksi bence. Birkaç fotoğrafını da paylaştığım motorum kısaca böyle. Yakıtı 100 km.'de 3-3,5 lt. civarında. 250 cc. için iyi bir değer ve henüz 1100 km.'de olduğu için belki de zamanla düşecektir.  



22 Aralık 2014 Pazartesi

EN SON NE OYNADIM 3


3. BÖLÜM

Bu ara harıl harıl Project Cars oynuyorum. Böyle bir oyuna acaip ihtiyacım varmış. Assetto Corsa'yı her ne kadar çok sevsem de, biraz sıkılmıştım hep aynı şeyi yapmaktan. Şimdi Project Cars bu boşluğu doldurmuş oldu. Oyunun derinlemesine bir incelemesini yazmak istiyorum ancak şu ara kendimi youtube kanalına video çekmeye kaptırdığım için henüz fırsat bulamadım. Ama en kısa zamanda layikiyle bir inceleme yazacağım inşallah.

Bunların dışında ucundan kıyısından baktığım birkaç oyun oldu, hemen onları da tavsiye edeyim. İlk oyunum Steam'e yeni düşen Never Alone diye bir oyun. Oldukça değişik, kendine has bir yapısı var, biraz daha sararsa belki incelemesini de yazarım ama size tavsiyem göz atmanızda fayda var.

Dün de Spintires diye bir oyuna baktım azıcık, oldukça keyifli geldi, ama dediğim gibi bu aralar Project Cars'a kendimi daha çok kaptırdığımdan oyun hakkında ahkam kesecek kadar bilgi sahibi değilim, fakat 5 dakika bakıp çıkmama rağmen, oldukça hoşuma gitti ve ben bu oyuna bir ara tekrar döneyim dedim.

Ucundan kıyısından azıcık baktığım oyunlardan biri de Android'de Plague Inc. diye bir oyun oldu. Bu oyun Steam'de de satılıyor ancak almamıştım. Google Play'de bedava görünce aldım ve oynadım, değişik ve tavsiye edilir bir oyun bence. Alın ve deneyin. Konu değişik. Amaç, Dünya'yı hasta etmek, bir ülke seçiyorsunuz ve başlıyorsunuz mikrop yaymaya, oyun görüntü olarak çok basit dursa da sağlam strateji istediğini ve kafa yorduğunu belirteyim.

Son olarak da azıcık The Vanishing of Ethan Carter'a baktım, sonra dedim ki, sen bu oyunun başına bir ara otur ve keyfini çıkara çıkara oyna. Güzel, gizemli bir oyun. Parasını hak ediyor, görsellik de gayet güzel. Doğa manzaraları eşliğinde azıcık gerilim azıcık gizem peşinde dolaşıyorsunuz. 

Şimdilik bu kadar, sağlıcakla kalın.

PROJECT CARS SESLİ ANLATIM BMW M3 GT4 MOUNT PANORAMA



Kendi oynayayıp, yorumladığım Project Cars Türkçe İnceleme Videosu. Ayrıntılı bir yazı da yolda sayın okuyucularım. 

PROJECT CARS JAGUAR IMOLA NIGHT DRIVE PRACTICE

18 Aralık 2014 Perşembe

INCENDIES DİYE MUHTEŞEM BİR FİLM




Incendies...

Hayatımda beni en fazla şaşırtan filmlerden biriydi diye başlayayım. Hatta şaşırtmak az kalır, şok edecek kadar çarpıcı bir film Incendies. Türünü dram olarak nitelendirebiliriz bu nedenle uzun bir süre yavaş ilerliyor ama  zaman zaman araya sıkıştırdığı öyle sert sahneler var ki, o sahnelerde yüreğiniz yerinden oynuyor adeta, insanoğlunun kirli duygularını sorguluyor, kızıyor ve üzülüyorsunuz.  Ama esas çarpıcı kısım bunlar da değil, esas çarpıcı kısım "dan" diye kafanıza vurulan son. Şok edici son.

Film biri erkek (Simon) biri kız (Jeanne) olan ikiz kardeşlerin annelerinin vasiyetini öğrenmesi ile başlıyor. Vasiyete göre anneleri; çıplak bir şekilde, yüzü toprağa, sırtı ise Dünya'ya dönük olarak gömülecek ve başına ne bir mezar taşı konulacak ne de bir yerde ismi yazacaktır. İkizler bu ilginç isteği öğrendikten sonra gene anneleri tarafından hazırlanmış iki zarftan biri kayıp abilerini bulması ve ona vermesi üzerine Simon'a, diğeri de kayıp babalarını bulması ve aynı şekilde teslim etmesi üzerine Jeanne'a verilir. Son olarak da ikizlere, bu görevlerini yerine getirdikten sonra alıp okuyabilecekleri 3. bir zarf daha olduğu ve ancak o zaman annelerinin ismini bir mezar taşına yazabilecekleri açıklanır.

Başlangıcı bile oldukça ilginç bir film değil mi?

Simon annelerinin bu isteğini saçma bulurken, Jeanne kardeşine karşı çıkar ve hemen annesinin doğduğu topraklara, Lübnan'a doğru yola koyulur. Sonra Jeanne'ın öğrendiği kimi gerçeklerle beraber Simon da duruma kayıtsız kalamaz ve o da Lübnan'a gidip abisini bulmak için her türlü mücadeleyi vermeye başlar.

Filmin Lübnan'daki kısmı bir ikizlerin gözünden bir de annelerinin hatıraları üzerinden anlatılıyor. Biz de bu sırada Lübnan'ın eski halini ve yeni halini görüyor, nelerin değiştiğine tanıklık ediyoruz. Lübnan'ın eski halinde iç savaş, huzursuzluk ve acı var. Yazımın başında belirttiğim insanın yüreğini yerinden oynatan acılar var.

Türkçe'ye İçimdeki Yangın olarak çevrilmiş bu filmi iyi bir sinema sever olan herkese tavsiye ediyorum. Film oldukça uzun, izlemesi biraz sabır istiyor, ancak kesinlikle buna değer. Bu filmi kaçıran çok şey kaçırmış olur benden söylemesi. Son olarak, filmin içerdiği bazı sahneler nedeniyle çoluk-çocuk izlenebilecek bir film olmadığını belirteyim. Ayrıca bu filmi ya yalnız izleyin ya da sanatsal ve dram filmlerine katlanabilen birileriyle izleyin. Yoksa filmin ilk yarım saatinden bile sıkılıp kaçabilirler. Neyse bu kadar konuşma yeter. Herkese iyi seyirler.

Yönetmen:  Denis Villeneuve

Oyuncular:  Lubna Azabal, Melissa Desormeaux-Poulin, Maxim Gaudette

17 Aralık 2014 Çarşamba

The Walking Dead Telltale Games Sezon 1 Hakkında İzlenimlerim

Aslında çizgi film grafikli oyunları sevmem. Gerçeklikten uzak gelir bana. O yüzden bu oyuna da çok soğuk bakmıştım başlarda. Fakat The Walking Dead'in Tv serisini ilk sezonundan beri ilgiyle takip eden biri olduğum için ve oyunla ilgili sağda solda hep güzel yorumlara denk geldiğimden Psn Store'da indirimde görünce hemen kaptım ve oynadım bu oyunu. Anladım ki önyargılı davranmakla hata etmişim. Çizgi film grafikli olduğu için gerçekçi olamayacağını düşündüğüm bu oyun süper ötesi grafiklere sahip pek çok oyundan daha fazla gerçekçiydi. Ve ben her gün bir episode bitirerek tamamladım oyunu.

The Walking Dead'in Tv serisiyle sadece bazı ortak karakterler barındıran oyunda başlarda Nick'i çok aradım ama sonra Clementine'e o kadar alıştım ki, oyunun ilerleyen bölümlerinde sanki kendi kızımın hayatından sorumlu bir baba gibi oynamaya başladım. Oyun her bölümde farklı bir macerayı ele alıyordu ama bölümler arasındaki bağ tıpkı Tv serisindeki gibi, acaba sonraki bölümde ne olacak diye merak içinde bırakarak ilerliyordu. Bu nedenle oyunu denemek isteyenlere tavsiyem tüm sezonu almaları, çünkü dayanamayıp biran önce bitirmek isteyeceksiniz.

Oyunun episode'larında neler yaşandığını spoiler olmaması açısından anlatmayacağım. Ama duygularınıza hitap edecek bir oyun arıyorsanız bu oyunu mutlaka denemenizi tavsiye ediyorum. Siz de Clementine'in kontrolünü elinize alarak onun hayatta kalma mücadelesine ortak olun ve iyi bir oyun oynamanın tadını çıkarın bence. Ayrıca Playstation'da platin kupa almak istiyorsanız da oyunu bitirmenizin yeterli olduğunu belirteyim (Bazıları için önemli olur belki). Ben şu an Vita konsolumda Sezon 2'ye başladım. 2. Sezon da süper olmuş. Bitince daha detaylı bir yazı ile burada olmak istiyorum açıkçası. Herkese iyi oyunlar.

16 Aralık 2014 Salı

EN SON NE OYNADIM 2

2. BÖLÜM

Son bir ay içinde çok popülerden az popülere pek çok oyun keşfettim. Hemen başlayalım. İlk oyunum geniş bir incelemesini de yazdığım This War of Mine ' dı. Oyunu  aşkla üst üste 5-6 gün kadar oynadım. Hala da olsa oynarım ama şu an için şartlarım müsait olmadığından maalesef oynayamıyorum.

İkinci oyun ise Steam indirimlerinden aldığım ve nedense aylardır bir türlü elimin gitmediği Planet Explorers. Oyun uzun zaman boyunca kütüphanemde indirilmiş vaziyette beklese de bir kez başladıktan sonra beni uzun süre meşgul etti. Gecenin bir vakti su içmeye kalkıp biraz avlansam ya da maden kazsam dediğim surviving ve crafting tarzı bir oyun. Oyun haritası muhteşem derecede büyük. Bununla beraber farklı bir menüye geçerek gemiden arabaya, arabadan helikoptere pek çok araç tasarlayabildiginiz gibi pek çok farklı eşyayı da bu ekranda hayal dünyanızın el verdiği ölçüde yapabiliyorsunuz. Ama bu kısım biraz çetrefilli yada ben daha acemisiyim desem daha dogru bir yorum olur. Bu oyun henüz Alfa aşamasında ve doğal olarak biraz eksikler var ama yine de felaket derecede bağımlılık yapıcı. Benim çok uykusuz geceme neden oldu :) Oyunun tarzını da MMORPG olarak tanımlayabiliriz. Ama ben henüz multi kısmına giremedim.

Üçüncü oyun da daha önceden de oynadığım Euro Truck Simulator 2 oldu. Oyunu 1 yıldır oynamıyordum ve tekrar dönüş yaptım. Eskisinden de fazla süre oynadım sanırım. Bu yüzden de keşfettiklerim arasına alıyorum. Yalnız bu oyunu 900 derece dönen ve vitesi olan bir direksiyonla oynamanızda fayda var. Yoksa zevk vermez. Bir de ekran ne kadar büyük ve yakın olursa o kadar yolu hissedersiniz, benden söylemesi.

Assetto Corsa ' yı ise sürekli oynuyorum. Bununla ilgili pek çok videoyu youtube kanalımda bulabilirsiniz.

Son olarak da biraz Robocraft diye bir oyuna baktım. Steam' de bedava olan bir oyun, sitesine üye olup oyuna girebilirsiniz. Oyun da robot araçlar falan tasarlıyorsunuz ama ben pek bakamadım buna. Denemeye değer ve ücretsiz bir oyun.


3 Aralık 2014 Çarşamba

THIS WAR OF MINE




THIS WAR OF MINE İNCELEME


Bazı oyunlar vardır, öyle müthiş grafikler ve karakter modellemeleri sunmaz ama piyasadaki isim yapmış pek çok oyundan daha fazla oynama isteği uyandırırlar sizde. This War of Mine'da böyle bir oyun işte. Steam indirimlerinden aldığım pek çok meşhur oyun kütüphaneme indirilmiş vaziyette oynanmayı beklerken ben bu basit görünüşlü ama oldukça derin anlamlar barındıran ve bir o kadar da zor olan bu oyuna sardım. Hatta, Ps 4'de sürekli oynadığım Destiny'i bile rafa kaldırdım birkaç gündür ve sadece bunu oynuyorum.

This War of Mine, son zamanlarda çok moda olan surviving yani hayatta kalma üzerine kurulu ama bunu öyle güzel bir fikirle sunmuşlar ki, daha önce denediğim hiçbir oyuna benzemiyor. Oyun 2 boyutlu bir kere, alıp denemesem sadece youtube'dan baksam "bu ne be böyle" derdim ama iyi ki almışım ve oyuna girip bir göz atmışım. Oyun 2 boyutlu ve siyah-beyaz tonlarda. Diğer surviver tarzı oyunlarda moda olan zombilerden kaçma ve kıyamet sonrası senaryolar yerine daha gerçekçi bir şeye, savaşa tutunmuş ve çok iyi yapmış. Efendim yaşadığımız yerde savaş var ve bu nedenle hayatta kalmak için gerekli olan gıda, su, ilaç gibi malzemeler oldukça önemli ve zor bulunuyor. Hatta bu 3 malzeme altından daha değerli diyebilirim. Bu malzemeleri akşam şehrin çeşitli bölgelerinde dolaşarak temin ediyoruz ya da bir kısmını kendimiz yapıyoruz. İşte burası da işin en çetrefilli kısmı. Malzemeleri bulmak oldukça zor, her bölgenin kendine göre hem artıları hem eksileri var. Mesela terkedilmiş bir eve girdiniz ve içeride oldukça bol malzeme var ama alıp çıkamıyorsunuz çünkü bu tip mekanlar genellikle çetelerin elinde ve malzemeleri almaya çalışırken vurulup ölme riskiniz oldukça yüksek. Dolayısıyla bu işi ya çok iyi saklanarak ya da silahlanarak yapmanız lazım. İş burada biraz daha zorlaşıyor işte. Eğer saklanarak iş görecekseniz dışarıya yolladığınız karakterin özellikleri oldukça önem taşıyor ve her karakterin kendine has özellikleri var. Şöyle anlatayım, adamınız çok dirençli ancak yavaş olabiliyor ya da hızlı ama üzerinde çok fazla şey taşıyamayan çelimsiz biri olabiliyor. O yüzden stratejinizi çok iyi belirlemeniz gerek. Yok ben silah bulayım, dan dun dalayım ortalığa derseniz de, o iş hiç o kadar kolay değil. Silah bulamıyorsunuz öyle hemen, sadece silah parçaları bulabiliyorsunuz ve bu parçaları birleştirip ortaya adam gibi bir şeyler çıkarabilmek için crafting yaptığınız tezgahı geliştirmeniz gerekiyor. Tahmin edin şimdi kolay mı? Hayır. Geliştirme için de bin bir edavat lazım. Yani her daim bir eksik var ve siz doğru stratejiyi belirleyemezseniz 3-4 gün içinde ayvayı yemeniz işten bile değil. 

Oyundaki karakter olayını da çok değişik yapmışlar. Oyuna her sıfırdan başladığınızda şansınıza göre 3 veya 4 karakterle başlıyorsunuz ve yine her sıfırdan başladığınız da bu karakterler değişiyor. Diyelim ki ilk başlarken 1 erkek ve 2 kadın karakterle başladınız ve 5 gün hayatta kaldınız, ikinci bir sıfırdan başlamada bu sefer 3 erkek ve 1 kadın karakterle başlayabiliyorsunuz. Değişen de sadece cinsiyetler olmuyor, her seferinde nasıl karakterlere denk geleceğiniz bir muamma, şans işi yani. Mesela ben oyuna ikinciye sıfırdan başladığımda 4 karakter verdi bana ama bunlardan biri erkek olmasına rağmen yaşlıydı ve zırt pırt hastalanıyordu, dolayısıyla tüm günlerim onu hayatta tutmak için ilaç aramakla geçti. Bu yüzden elinizdeki karakterlerle ne yapacağınız, onları nasıl değerlendireceğiniz çok önemli. Tekrarlayayım, bu oyunda strateji demek her şey demek. 

Peki oyun nasıl bitiyor? Oyun size verilen karakterlerin hepsi ölünce bitiyor. Ama şu da var, her kaybettiğiniz karakterde diğer karakterlerinizin psikolojisinin bozulması ve canlarının hiçbir işle uğraşmamak istememesi gibi bir durum da söz konusu. Sırf o kadarla da kalsa iyi, kaybettiğiniz her karakter yaşadığınız yeri savunma şansını azaltıyor. Çünkü her gece birisini malzeme aramaya gönderirken, diğerlerini evi korumak için görevlendirebiliyorsunuz. Eee ne kadar çok koruyucu o kadar savunma tabii. Ayrıca biraz önce bahsettiğim şu karakterlerin psikolojik durumlarının bozulması olayı bazen başınıza ciddi şekilde dert olabiliyor. Eğer biraz duygusal karakterlere denk geldiyseniz ve ölen arkadaşlarını çok seviyorlarsa, günlerce yataktan çıkmadan duruyorlar ve ne verdiğiniz bir işi yapıyorlar ne de malzeme aramaya çıkıyorlar. Yatarlarsa yatsınlar da diyemiyorsunuz çünkü gıda ve ilaç lazım. Evde hiçbir zaman deliler gibi bir stoğunuz olmuyor. Her şey kıt kanaat yetecek kadar, keyfi harcanabilecek hiç zaman yok. O yüzden karakterlerinizin sağlığını ve açlık durumlarını çok iyi takip etmeniz lazım. Bunun için de çok aç kalmayan birine yiyecek vermemelisiniz ya da bazı hastalıklarda hemen ilaçla tedaviye gitmemelisiniz, götürüp karakterinizi yatırmalı ve dinlenerek iyileşmesini sağlamalısınız. Ayrıca çok soğuk olduğu zamanlar sobayı sürekli sıcak tutmalısınız ki üşütüp hasta olmasınlar ve ilaçlara çok elzem olmadıkça ihtiyaç kalmasın.

Bir de arada bir sizi ziyaret eden komşulardan ve yabancılardan da bahsederek yazımı bitireyim. Arada bir gelen bu kişiler komşuysa eğer ya sizden yardım istiyorlar ya da iyi niyet göstergesi olarak biraz gıda ikram ediyorlar. Komşu olmayan diğer yabancılar ise bir nevi satıcılar, ama paranın geçmediği bu Dünya'da takas yoluyla alışveriş yapılıyor. Gelen kişiyle iletişime geçtiğinizde onun elindekileri görüyorsunuz ve ihtiyacınız olan malzemeleri seçiyorsunuz tabii bunun bir karşılığı var, o da sizden verdiği şeylerin değerini karşılayacak malzemeler talep ediyor. Genellikle 1 ya da 2 parça yiyecek almak için, verecek çok şeyiniz olması lazım, daha öncede bahsettiğim gibi gıda altın değerinde. Bu nedenle 30 parça metal ve tahta verip 1-2 parça yiyecek alırsanız kendinizi şanslı saymalısınız. O 1-2 parça yiyecek demek hayatta kalınabilecek 1-2 gün daha demek çünkü. 

Oyunda ben en fazla 15 gün hayatta kalabildim, şu an beşinciye sıfırdan başlamış durumdayım ve onuncu gündeyim. Durumlar fena değil, sanırım bu sefer 15 günden daha fazla hayatta kalabileceğim. Bu oyunun amacı hayatta kalmak ve bunu mümkün olduğunca uzun süreli başarmak. Oyuna her sıfırdan başladığımda geçmiş oyunlarda yaptığım hatalardan aldığım derslerle daha farklı stratejiler geliştirmeye ve daha bir hevesle oynamaya başladım. Sanırım oyunun bağımlılık yapan kısmı da bu. Her seferinde "bu sefer şöyle yapacağım, bu sefer böyle deneyeceğim" diyerek hırslanıyor ve inanılmaz bir oynama isteğine kapılıyorsunuz. This War of Mine ince düşünülmüş detayları, birbirinden farklı karakter psikolojileri ile beni benden aldı. Herkese bu oyunu tavsiye ediyorum. Son zamanlarda çıkmış en başarılı oyunlardan biri, kaçırmayın.