26 Kasım 2014 Çarşamba

SILENT HILL DENİNCE




SILENT HILL SERİSİ

Silent Hill'le tanışmam sene 2004'tür, bu sene konsollarla da ilk tanıştığım zamandır. Askerden yeni gelmişim, işsizlik gibi bir durumla uğraşıyorum ve o ara hayatımda düzgün giden pek bir şey yok. Askerden beraber geldiğim ve kendisi de memleketlim olan arkadaşımla takılıyoruz sürekli. Onların ev müsait olduğu için genelde ben onlara gidiyorum ve muhabbet ediyoruz. Sonra arkadaşım hem can sıkkınlığımıza biraz çare olur diye hem de oyalanırız diye bir arkadaşından ödünç aldığı Ps 1 konsolu ile geliyor eve. O zamanın gözde konsolu Ps 2 ama bizim elimizde bu var ve bu da benim Playstation'la ilk tanışmam. Neyse yanına da birkaç oyun almış, birkaç tane deniyoruz sarmıyor, sonra Silent Hill'in kapağı dikkatimizi çekiyor ve "bu iyidir herhalde" diyerek denemeye karar veriyoruz. Veeee oyunu makineye taktıktan sonra, diğer oyunlara uzunca bir süre elveda diyerek yeni bir işimiz olduğunu keşfetmemiz uzun sürmüyor. İşimiz kayıp kızı bulmak artık. Günlük rutin iş başvurularımızı yapıp, günlük işleri de bitirince tüm işimiz bu. Rutin şeyler bitince adeta koşarak oturuyoruz Ps 1'in başına. Oyun bizi gerim gerim germesine rağmen kendimizi oynamaktan alıkoyamıyoruz, ama bir yandan da insanın içini saran hüzünlü bir hikaye var ortada. Oyun değil bambaşka bir şey bu. Kendimizi eve kapatıp Silent Hill partisi yapıyoruz her gün. Bazı bölümleri de geçmek hiç o kadar kolay değil, hele o meşhur piyano sahnesi yok mu? Günlerce buna kafa patlattığımızı hatırlıyorum ve inatla internetten yardım almamıştık. Sonra bölümler geçiliyor ve ben Silent Hill'in puslu havasını soluya soluya oyunun tutkunu haline geliyorum ve bugün bile hala aklımda olan bu oyunu yazma gereği duyuyorum. Silent Hill benim için bir oyundan çok daha fazlası, bir efsane.


Birinci oyunda, sanırım en çok küçük boylu bebek benzeri canavarlardan korkmuştuk, sonra hastane bölümünde karşımıza çıkan hemşire ile aramızda duygusal bir bağ oluşmuştu ayrıca polis kadın karakter, yanlış hatırlamıyorsam adı Cybil idi, onunla da benzer bir ilişki içerisine girmiş, sonrasında Cybil'in değişmesi ile beraber kendimizi hem derin bir hüznün içinde hem de korkunun içinde bulmuştuk. Bugüne kadar gördüğüm en sağlam Boss'lardan biriydi Cybil ve savaştığımız mekan insanın tüylerini diken diken eden bir lunaparkta, atlıkarınca üzerinde geçiyordu.

Birinci oyunu bitirdikten sonra yollarımız da arkadaşımla bir şekilde ayrılmıştı ama Silent Hill'le geçirdiğim o tuhaf keyif zamanlarını hiçbir zaman unutamamış, oyunun devam oyunları olduğunu öğrenmiş, biran önce nasıl oynayabileceğimin planlarını yapar olmuştum. O aralar Ps 2'ye çıkmış olan Silent Hill 2 ve 3'ün sadece bu konsola özel olduğunu öğrenerek üzülmüştüm. Sonra evimize bir masaüstü Pc alınca, öğrendim ki oyunun Pc versiyonları da varmış, Sevinçten dört köşe olmuştum resmen. Hemen oyunları edindim ve önce serinin 2. oyununu oynamaya başladım, üstelik bu sefer yalnız oynuyordum ve gördüm ki, benim Silent Hill'e duyduğum aşk boşuna değilmiş ve 1. oyunda tanık olduklarımdan daha fazlası Silent Hill 2'deymiş. Bu hala daha değişmedi benim için. Serinin 2. oyununu, oyun dünyasının efsanelerinden biri olarak kabul ediyorum ve tahtını kendi devam oyunları da dahil kimseye bırakmayacağına eminim.

Peki neydi Silent Hill 2'yi özel kılan? Bazı korku filmlerinde ve oyunlarında görmeye alışık olduğumuz şekilde vahşetle, iğrençlikle korkutmuyordu insanı. Müzikleriyle, ortamıyla ve derinlemesine oluşturulmuş karakterleriyle geriyordu. Oyun üzerinizde resmen psikolojik baskı kuruyordu, kayıtsız kalamayacağınız, "öf bu ne şimdi" deyip kapatamayacağınız şekilde de ustalıkla yapıyordu bunu. Bir yandan da bu gerilimin arka planında yaşattığı aşk hikayesi ile kendi türüne ters bir şekilde başka bir hikaye anlatıyor ama bunu da oyunun içine öyle güzel yediriyordu ki, belki de oyunu unutulmaz kılan denediği bu farklı yaklaşımdı. Tabii tüm bunların kurgulanmasında bence inanılmaz derecede katkısı olan faktörlerden biri de, Akira Yamaoka'nın müzikleridir. Oyunun müzikleri o kadar başarılı ki, oyunu oynamadığınız zamanlarda bile mp3'e atıp dinlemek isteyeceğiniz türden diyebilirim. Ben oyunu bitirdikten sonra bu müzikleri kim yapmış acaba diye merakla araştırdım. Hiçbir oyundan sonra oyun müziği araştırdığımı hatırlamıyorum. Hemen hemen oynadığım her oyunda bir şekilde müziği duymuşumdur ama hiç kulağımı dört açıp dinlediğim bir oyun müziği hatırlamıyorum.

Neyse ben Silent Hill 2'yi burada keseyim yoksa üzerine konuşacak daha çok şey var, ama halen oynamayanlar varsa inanın çok şey kaçırmış demektir, üstelik oyunun Hd versiyonu X Box 360 ve Ps 3 için çıkmışken bence kaçırmayın. Bu konuda küçük bir not: İnternette okuduğum karşılaştırma yazılarında hd versiyon için yapılan yeni seslendirmenin eskisinden daha kötü olduğu belirtilmiş, bu nedenle eski versiyonun sesleri ile oynamanızı tavsiye ederim (böyle bir seçenek olması lazım).

Serinin 3. oyununa gelirsek, bizim kayıp kız büyümüş ve onunla oynuyoruz. Bence bu oyun da serinin 1. ve 2. hikayeleri üzerine hiç de fena değildi, yani oyunun saygınlığına uyar derecede iyiydi. Ama bir 2. oyun değildi, belki 1. oyundan iyiydi, tam emin değilim. Oyunun lunaparktaki açılış sahnesini hala unutamam mesela. Lunapark görünce de aklıma eğlence değil Silent Hill geliyor bu yüzden. 3. oyun sadece iyiydi ve beni çok etkilemedi, bu yüzden 4. oyuna geçiyorum.

Evet serinin 4. oyununa gelirsek bu sefer kasabadan pat diye ayrılıp, gözlerimizi evimizde açıyorduk. Zaten oyunun adı da Room'du. Bu oyun için de kısaca şunu söyleyebilirim ki, belki kasabada başlamıyordu ve farklı bir şeyi deniyordu ama Silent Hill'in verdiği o psikolojik rahatsızlığı sonuna kadar yaşattığı kesindi. Özellikle metroda karşılaştığımız, Halka filmindeki karaktere benzeyen kızı hala unutamıyorum. Oyunu oynarken zaman zaman kafamı ekrandan kaçıra kaçıra dövüşmüştüm bu kızla, o kadar bakmaya tahammül edemediğim ürkütücü bir şeydi kendisi.

Serinin bundan sonra ki oyunları olan Silent Hill Origins ve Shattered Memories'i ise Psp'de oynadım. Origins ilk oyuna benzer bir tat bırakırken, Shattered Memories değişik geldi ama bana bir Silent Hill havası da veremedi. Diğer oyunlar olan Homecoming ve Downpour'u ise oynayamadım. Homecoming bilgisayarımda var, Downpour'u ise çıktığı gibi Ps 3'e almıştım ama cesaret edip bir türlü başlayamadım. Sonra Ps 3 satılınca oyunu da sattım. Homecoming'e ise bir gün başlayacağım umarım ama nette yaptığım araştırmalarda pek olumlu bir tarafını göremediğimden pek heveslisi de değilim açıkçası. Silent Hill Book of Memories'i ise Ps Vita'm olmasına rağmen alıp oynamadım, demosunu indirmiştim ve izometrik bir bakış açısıyla oynanan bu oyun kendi çapında güzel olsa da bana göre bir Silent Hill olmadığı için bünyem oynamayı kabül etmedi.

Veeeee son olarak Silent Hill PT. Bu oyundan çok umutluyum. Demosunu Ps 4'e indirdim, biraz baktım ve tırsıp kapattım. Ama gerek grafikler olsun gerekse de ortam, müthiş başarılı, Hatta arkasına yeni neslin de gücünü alarak o kadar gerçekçi bir hava oluşturmuş ki, oyundan ziyade bir korku filminin başlangıcı gibi olmuş oyun. Grafikler bu kadar hayata yakın ve gerçekçi olunca Silent Hill'in nasıl ürkütücü olabileceğini siz düşünün diyeyim.

Benim Silent Hill maceram şimdilik bu kadar, umarım bazı oyunları ile bende derin izler bırakan bu oyun yeni oyunuyla da özlediğim tadı geri getirecektir. Umutla bekliyorum. Özellikle de Walking Dead dizisinden sevdiğim bir karakteri barındırdığı için umudum çok fazla. Ayrıca bir yerde okuduğum kadarıyla, bu oyunda da eski ekiple çalışılıyormuş, dolayısıyla ortaya güzel bir şeylerin çıkma olasılığı oldukça yüksek. Hadi hayırlısı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder